Obezitede Hormonal Değişiklikler: 5 Süper Hormon
Obezite, günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan toplumları etkileyen küresel bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir. Artan obezite oranları; kalp hastalıkları, diyabet, hipertansiyon ve çeşitli kanser türleri gibi ciddi sağlık sorunlarının riskini artırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre, dünya çapında obezite oranları son birkaç on yıl içinde hızla yükselmiştir ve bu artışın altında yatan biyolojik, sosyal ve çevresel birçok etken bulunmaktadır. Bu faktörler arasında en çok dikkat çekenlerden biri, obezite ile ilişkili hormonal değişikliklerdir. Hormonlar, enerji dengesinin düzenlenmesinde ve metabolik süreçlerin kontrolünde kritik rol oynar. Bu bağlamda, obezitenin hormonal sistem üzerindeki etkileri giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Sağlık Bilgisi İçeriği
Obezitede Hormonal Değişiklikler: 5 Süper Hormon
Hormonal değişiklikler, vücudun kilo alma eğilimini, enerji tüketimini ve yağ depolama süreçlerini doğrudan etkiler. Obez bireylerde, özellikle insülin, leptin, ghrelin, kortizol ve tiroid hormonları gibi bazı hormonların düzeylerinde ve işleyişinde belirgin farklılıklar gözlemlenir. Bu hormonal düzensizlikler, kilo alımını kolaylaştırarak, vücutta yağ birikiminin artmasına neden olur. Bunun sonucunda, enerji metabolizması ve açlık-tokluk dengesi üzerinde olumsuz etkiler meydana gelir. Obezitenin hormonal değişikliklerle ilişkisini anlamak, yalnızca obezite tedavisinin değil, aynı zamanda bu durumun önlenmesine yönelik stratejilerin geliştirilmesi açısından da önemlidir. Bu nedenle, obezite ile ilgili hormonel süreçlerin detaylı incelenmesi gerekmektedir.
Bu makalede, obezitede gözlemlenen başlıca hormonal değişikliklerin ayrıntılı bir incelemesi yapılacaktır. İnsülin direnci, leptin direnci, ghrelin seviyeleri, kortizol düzeyleri ve tiroid hormonlarının işlevleri, obezite bağlamında ele alınarak tartışılacaktır. Ayrıca, bu hormonlardaki değişikliklerin obezitenin fizyolojik ve psikolojik etkileri üzerindeki rolü incelenecek ve bu bilgilerin obezite tedavisinde nasıl kullanılabileceği üzerinde durulacaktır. Son olarak, obezite ve hormonal değişiklikler arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik mevcut araştırmaların ve literatürün bir özeti sunulacaktır.
Obezite ve hormonal değişiklikler arasındaki ilişkiyi detaylandırarak açıklamak, bireylerin kilo yönetiminde daha etkili stratejiler geliştirmelerine yardımcı olabilir. Bu bağlamda, hormonal düzensizliklerin düzeltilmesi, obezite tedavisinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Hormonların yönetimi sayesinde bireylerin kilo kontrolü üzerinde daha fazla söz sahibi olmaları sağlanabilir. Bu nedenle, hormonların kilo yönetiminde nasıl bir etki yarattığını anlamak, bireyler için sağlıklı bir yaşam sürdürme yolunda önemli bir adımdır.
1. İnsülin Direnci ve Obezite
İnsülin direnci, modern yaşam tarzının bir sonucu olarak yaygınlaşan ve obezite ile doğrudan ilişkili bir metabolik bozukluktur. Bu durum, hücrelerin insüline karşı duyarlılığının azalmasıyla karakterize edilir. Normalde, insülin pankreastan salgılanarak kan şekerini düzenlemeye yardımcı olur; glikozun hücrelere geçişini sağlarken, enerji metabolizmasını destekler. Ancak insülin direncinde, hücreler insüline karşı duyarsız hale gelir ve bu nedenle glikoz, enerjiye dönüştürülemez. Bu durumda, pankreas kan şekerini düşürmek için daha fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Zamanla, insülin direnci daha da kötüleşir ve pankreas üzerinde baskı oluşur. Bu süreç, obezite ve tip 2 diyabet gibi metabolik rahatsızlıkların gelişimini hızlandırır.
İnsülin direnci, özellikle karın bölgesinde yağ birikimine neden olur. Yüksek insülin seviyeleri, vücudun enerji fazlasını yağ olarak depolamasını teşvik ederken, yağ dokusundaki hücrelerin büyüklüğünü ve sayısını artırır. Bu durum, bireylerin kilo alma eğilimini güçlendirir ve vücudun yağ kütlesinin artmasına yol açar. İnsülin direnci ile obezite arasında oluşan bu döngü, metabolik sendrom olarak adlandırılan bir dizi sağlık sorununu da beraberinde getirir. Metabolik sendrom; yüksek tansiyon, yüksek trigliserit seviyeleri, düşük HDL (iyi kolesterol) seviyeleri ve abdominal obezite gibi risk faktörlerini kapsar. Bu sendrom, kardiyovasküler hastalıklar ve diyabet riskini artırarak bireylerin yaşam kalitesini düşürür.
İnsülin direnci ayrıca obezite tedavisini de zorlaştırır. Çünkü bu direnç durumunda, insülin seviyeleri sürekli yüksek kalır ve yağ hücrelerinin depoladığı yağı enerjiye dönüştürmek daha zor hale gelir. Vücut, enerji açığını gidermek için mevcut yağ depolarını kullanamaz ve bireylerin kilo vermesi giderek zorlaşır. Bu nedenle, insülin direncinin tedavi edilmesi, obezite ile mücadelede önemli bir strateji olarak öne çıkar. İnsülin direncini kırmaya yönelik tedaviler, vücudun glikoz kullanımını artırarak, yağ depolarının enerjiye dönüştürülmesine katkı sağlar.
İnsülin direncini azaltmak için kullanılan başlıca yöntemlerden biri düşük karbonhidratlı diyettir. Karbonhidrat tüketimini sınırlamak, kan şekeri dalgalanmalarını azaltır ve pankreasın aşırı insülin üretimini önler. Düşük karbonhidratlı diyetler, vücudun enerji kaynağı olarak yağları kullanmasını sağlar ve bu da kilo kaybını destekler. Ayrıca, insülin duyarlılığını artırmaya yönelik düzenli egzersiz programları, insülinin kas hücreleri tarafından daha etkili kullanılmasını sağlayarak insülin direncini azaltır. Araştırmalar, düzenli aerobik egzersizlerin, özellikle de yüksek yoğunluklu interval antrenmanlarının (HIIT), insülin duyarlılığını artırmada etkili olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, bazı farmakolojik müdahaleler de insülin direncini kırmak için kullanılabilir. Metformin gibi ilaçlar, karaciğerin glikoz üretimini azaltarak ve insülin duyarlılığını artırarak tedavi sürecinde destekleyici bir rol oynar.
Sonuç olarak, insülin direnci obezitenin hem bir nedeni hem de sonucudur. İnsülin direncini gidermeye yönelik tedavi yaklaşımları, obezite ile mücadelede bireylerin kilo yönetimini kolaylaştırabilir. Bu durum, uzun vadeli sağlık sonuçları üzerinde olumlu bir etki yaratır ve obeziteye bağlı hastalık riskini azaltır. İnsülin direncinin obeziteye olan etkilerini anlamak, obezite tedavisinde insülin dengesini sağlamaya yönelik stratejilerin geliştirilmesini mümkün kılar. Böylece, insülin direncinin yol açtığı bu kısır döngü kırılarak, bireylerin daha sağlıklı bir metabolizma ve kilo kontrolü sağlamalarına olanak tanınır.
2. Leptin Direnci ve Obezite
Leptin, beyin tarafından açlık ve tokluk sinyallerinin düzenlenmesinde rol oynayan bir hormondur. Bu hormon, vücut yağ hücreleri tarafından üretilir ve beyne enerji deposunun yeterli olduğunu ve yemek yeme gereksiniminin azaldığını bildirir. Ancak, obez bireylerde leptin direnci adı verilen bir durum gelişebilir. Leptin direnci, beynin leptin sinyallerine yanıt vermemesiyle karakterizedir. Bu durum, obez bireylerin sürekli açlık hissetmelerine ve enerji alımlarını artırmalarına neden olur.
Leptin direncinin obezitedeki rolü, obez bireylerin kilo vermekte neden zorlandıklarını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Leptin direncini azaltmaya yönelik tedavi yaklaşımları, özellikle açlık hissinin kontrol edilmesinde etkili olabilir. Araştırmalar, leptin duyarlılığını artıracak diyet ve yaşam tarzı değişikliklerinin, obezite tedavisinde faydalı olabileceğini göstermektedir. Ancak, leptin direncinin tam olarak nasıl önleneceği ve tedavi edileceği konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
3. Ghrelin Hormonu ve İşlevi
Ghrelin, mide tarafından salgılanan ve açlık hormonları olarak da bilinen bir hormondur. Bu hormon, beyine açlık sinyalleri göndererek iştahı artırır ve yiyecek alımını teşvik eder. Ghrelin seviyeleri, genellikle yemek öncesinde yükselir ve yemekten sonra düşer. Ancak, obez bireylerde ghrelin seviyelerinin normalden farklı olduğu ve bu hormonun aşırı iştahı tetiklediği gözlemlenmiştir.
Yapılan araştırmalar, ghrelin seviyelerindeki artışın, kilo alımı ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Obez bireylerde, ghrelin hormonunun yüksek seviyelerde olması iştahı artırarak fazla yemek yeme isteğine yol açabilir. Ghrelin seviyelerini dengelemeye yönelik tedavi stratejileri, kilo yönetiminde faydalı olabilir. Ayrıca, düşük kalorili diyetler ve fiziksel aktivitenin ghrelin düzeyleri üzerindeki etkisi üzerine yapılan çalışmalar, ghrelinin kilo kaybı sürecinde nasıl bir rol oynadığını anlamamız açısından önemlidir.
4. Kortizol ve Stresin Etkisi
Kortizol, stres hormonları arasında yer alan bir hormondur ve böbrek üstü bezleri tarafından salgılanır. Kortizol, vücudun stres durumlarına yanıt vermesine yardımcı olur ve enerji mobilizasyonunda rol oynar. Ancak, kronik stres durumlarında kortizol seviyeleri sürekli yüksek kalabilir ve bu durum vücudun enerji depolama eğilimini artırabilir. Obez bireylerde kortizol seviyelerinin yüksek olması, stresin kilo alımı üzerinde doğrudan etkili olduğunu göstermektedir.
Stres, aynı zamanda iştahı artırarak, aşırı yeme davranışlarına yol açabilir. Kortizol seviyelerini kontrol altına almak, obez bireylerde kilo yönetimi açısından önemlidir. Stres yönetimi teknikleri, meditasyon, düzenli egzersiz ve sağlıklı uyku alışkanlıkları, kortizol seviyelerinin düşürülmesine yardımcı olabilir. Bu stratejiler, obezitenin kontrol altına alınmasında ve stresin yol açtığı olumsuz etkilerin azaltılmasında etkili olabilir.
5. Tiroid Hormonları ve Metabolizma Üzerindeki Etkileri
Tiroid hormonları, metabolizmanın hızını düzenleyen hormonlardır ve tiroid bezi tarafından üretilir. Tiroid hormonlarının düşüklüğü, metabolizma hızının azalmasına neden olabilir ve bu da kilo alımını kolaylaştırır. Hipotiroidizm, obezite ile ilişkili olabilecek bir durumdur. Hipotiroidizm durumunda, vücutta yeterli tiroid hormonu üretilemez ve bu durum yavaş bir metabolizmaya yol açar. Obez bireylerde, tiroid fonksiyonlarının düşük olması kilo vermeyi zorlaştırır.
Tiroid hormonları, metabolizma hızının düzenlenmesinde rol oynadığından, bu hormonlardaki değişiklikler kilo kontrolü üzerinde doğrudan etkilidir. Tiroid fonksiyon bozukluklarının tedavisi, obez bireylerde kilo kaybını destekleyebilir. Tiroid hormon düzeylerinin düzenlenmesi, metabolizma hızını artırarak enerji harcamasını teşvik edebilir ve böylece obezite tedavisinde önemli bir adım olabilir.
İnsülinin Kilo Yönetimi Üzerindeki Rolü
İnsülin, hücrelerin enerji için glikozu kullanmasını sağlayan anahtar bir hormondur. Ancak, obez bireylerde insülin direnci yaygın bir sorundur. İnsülin direnci, hücrelerin insüline yanıt vermekte zorlanmasına ve pankreasın daha fazla insülin üretmesine neden olur. Zamanla bu durum, kan şekeri seviyelerinde artışa yol açarak tip 2 diyabet riskini artırır. Ayrıca, insülinin yağ depolama üzerindeki etkisi de obezite sürecini hızlandırır. İnsülin direncinde, vücut yağ hücrelerine depolanan yağın serbest bırakılmasını kısıtlar ve bu durum, bireylerin kilo vermesini zorlaştırır. Bu hormonun kilo yönetiminde oynadığı kritik rol, obezite tedavisinde insülin direncinin kırılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
İnsülinin etkilerini azaltmak veya yönetmek için kullanılan yöntemler arasında düşük karbonhidratlı diyetler ve insülin duyarlılığını artıran egzersiz programları bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar, insülin seviyelerini düşürerek vücutta yağ yakımını teşvik eder ve kilo yönetimini destekler. Ayrıca, farmakolojik müdahalelerle insülin duyarlılığı artırılabilir, bu da kilo verme sürecinde avantaj sağlar. İnsülin seviyelerini düzenlemenin uzun vadeli sağlık sonuçları üzerine yapılan araştırmalar, bu yöntemin hem obeziteyi hem de obeziteye bağlı metabolik rahatsızlıkları kontrol altına almada etkili olduğunu göstermektedir.
Leptin ve Beyin İlişkisi
Leptin hormonu, beyine enerji rezervlerinin yeterli olduğunu bildiren sinyalleri göndererek iştahın kontrol edilmesine yardımcı olur. Ancak, obez bireylerde leptin direnci geliştiğinde, bu hormonun beyindeki etkisi zayıflar ve bireyler, sürekli açlık hissi duyarak daha fazla kalori alımı eğiliminde olurlar. Leptin direncinin tedavi edilmesi, açlık kontrolünü sağlamak ve böylece kilo vermeyi kolaylaştırmak açısından önemli bir adımdır.
Leptin duyarlılığını artırmayı hedefleyen diyetler ve yaşam tarzı değişiklikleri, obezite tedavisinde etkili sonuçlar verebilir. Örneğin, kalori kısıtlaması ve düşük karbonhidrat içeren diyetler leptin duyarlılığını artırabilir. Bunun yanı sıra, fiziksel aktivitenin artırılması ve sağlıklı uyku alışkanlıkları, leptin seviyelerini düzenlemeye yardımcı olur. Leptin direnci üzerine yapılan araştırmalar, bu hormonun açlık-tokluk dengesi üzerindeki etkilerinin sadece biyolojik değil, psikolojik faktörlerle de ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, leptin direncinin giderilmesi, bireylerin psikolojik olarak da daha doyurucu bir yemek deneyimi yaşamasına katkı sağlayabilir.
Ghrelin Seviyelerinin Obezite Üzerindeki Etkisi
Ghrelin, iştahı artıran bir hormon olarak bilinir ve özellikle yemek öncesinde mide tarafından salgılanır. Ghrelin seviyeleri, obez bireylerde daha yüksektir ve bu durum, aşırı yeme isteği yaratabilir. Ghrelin seviyelerinin kontrol altına alınması, kilo yönetiminde önemli bir etkiye sahiptir. Düşük kalorili diyetler, ghrelin seviyelerinin dengelenmesine yardımcı olabilir; ancak, ghrelin düzeylerinin düzenlenmesi, bireylerin sürekli açlık hissetmelerinin önüne geçilmesi açısından da karmaşık bir süreçtir.
Ghrelin hormonunun kilo kaybı sürecinde dengeye oturtulması, iştah yönetimi ve kalori alımının kontrolü açısından büyük önem taşır. Özellikle düşük kalorili diyetlerin ghrelin seviyeleri üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulduğunda, kilo verme sürecinin sürdürülebilirliği daha iyi anlaşılmaktadır. Ghrelin hormonunun dengelenmesi, bireylerin iştahlarını kontrol edebilmeleri ve daha az kalori tüketmeleri için gerekli bir adımdır. Ghrelin ve obezite arasındaki ilişkiyi ele alan çalışmalar, bu hormonun yalnızca biyolojik bir etki yaratmadığını, aynı zamanda yeme davranışları üzerinde de psikolojik bir etki yarattığını göstermektedir.
Kortizol ve Kronik Stresin Obezite Üzerindeki Etkisi
Kortizol, stres yanıtı sırasında böbrek üstü bezleri tarafından salgılanan bir hormondur ve enerji mobilizasyonunu artırır. Ancak, kronik stres altında olan bireylerde kortizol seviyeleri sürekli yüksek kalabilir, bu da kilo alımına yol açar. Özellikle karın bölgesinde yağ birikimini teşvik eden yüksek kortizol seviyeleri, obezite riskini artırır. Kortizol seviyelerini dengelemek için stres yönetimi teknikleri, obez bireylerin kilo yönetiminde önemli bir yer tutar. Meditasyon, nefes egzersizleri ve düzenli fiziksel aktivite, kortizol düzeylerini düşürerek kilo kontrolünü destekler.
Kronik stresin kortizol seviyelerini artırması, bireylerin iştahını da tetikler. Stresin yol açtığı bu artan iştah, bireylerin daha fazla yüksek kalorili yiyeceklere yönelmelerine neden olabilir. Dolayısıyla, stres yönetimi tekniklerinin yalnızca kilo yönetiminde değil, aynı zamanda iştah kontrolünde de önemli bir rolü vardır. Kortizol ve obezite ilişkisini ele alan araştırmalar, stresin vücutta yarattığı etkilerin sadece fizyolojik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, stresle başa çıkma becerilerini geliştirmek, obezite riskini azaltmak için gerekli bir stratejidir.
Tiroid Hormonları ve Metabolizma Hızı
Tiroid hormonları, vücudun metabolizma hızını belirlemede kritik bir rol oynar. Tiroid hormonlarının düşük seviyelerde olması, metabolizma hızını yavaşlatır ve bu durum kilo alımını kolaylaştırır. Hipotiroidizm adı verilen bu durum, obeziteye yatkınlığı artırır ve kilo vermeyi zorlaştırır. Metabolizmanın yavaşlaması, enerji harcamasını azaltarak vücutta yağ birikimini artırır. Tiroid hormon düzeylerinin düzenlenmesi, metabolizmanın hızlandırılmasına ve dolayısıyla kilo kaybının teşvik edilmesine katkı sağlar.
Hipotiroidizm durumunda, tiroid hormonlarının dışarıdan takviye edilmesi metabolizmayı hızlandırarak kilo yönetimine yardımcı olabilir. Bunun yanı sıra, doğru beslenme ve düzenli egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleri, tiroid fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesine katkı sağlar. Tiroid hormonlarının metabolizma üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalar, bu hormonların obezite tedavisinde önemli bir faktör olduğunu ve tiroid fonksiyon bozukluklarının giderilmesinin kilo yönetimi sürecini olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Hormonların Kilo Yönetimindeki Etkileri Üzerine Genel Değerlendirme
Obezite, sadece kalori alımının fazlalığı veya fiziksel aktivitenin yetersizliği ile açıklanamaz; aynı zamanda vücuttaki hormonal değişiklikler de bu sürece doğrudan katkıda bulunur. İnsülin, leptin, ghrelin, kortizol ve tiroid hormonları gibi hormonların dengesizliği, kilo alımı ve enerji metabolizması üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bu hormonal düzensizliklerin düzeltilmesi, obezite tedavisinde daha başarılı sonuçlar elde edilmesini sağlar. Hormonal değişikliklerin farkında olmak, bireylerin kilo yönetiminde daha bilinçli adımlar atmalarına ve daha etkili bir tedavi süreci geçirmelerine yardımcı olur.
Hormonal değişikliklerin düzeltilmesi için yaşam tarzı değişiklikleri, diyet programları ve gerektiğinde farmakolojik müdahaleler etkili yöntemler arasındadır. Örneğin, düşük karbonhidratlı diyetler, insülin duyarlılığını artırabilir; düzenli egzersiz, leptin duyarlılığını olumlu yönde etkileyebilir; stres yönetimi teknikleri ise kortizol seviyelerini dengede tutmaya yardımcı olur. Bu tedavi yaklaşımları, hormonal dengeyi sağlamaya yönelik bütüncül bir yaklaşım sunarak obezite ile mücadelede destekleyici bir rol oynar. Hormonal değişiklikler ile obezite arasındaki ilişkiyi anlamak, obezite tedavisinde daha bireyselleştirilmiş ve etkili stratejiler geliştirilmesine katkı sağlamaktadır.
Obezite Tedavisinde Hormonal Denge Sağlamanın Önemi
Hormonal dengeyi sağlamak, obezite tedavisinde kalıcı ve sağlıklı kilo kaybını destekleyen bir yaklaşımdır. Vücutta enerji dengesinin korunması, metabolik süreçlerin düzenlenmesi ve iştahın kontrol edilmesi için hormonların dengede olması büyük önem taşır. Bu nedenle, obezite tedavisinde hormonal değişikliklerin izlenmesi ve düzeltilmesi, kilo yönetiminde başarı sağlamak adına önemli bir adımdır. Hormonal dengeyi koruyarak obeziteye bağlı komplikasyonların önüne geçmek, bireylerin daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine yardımcı olur.
Hormonal dengenin sağlanması için multidisipliner bir yaklaşım benimsenmelidir. Diyetisyenler, endokrinologlar ve psikologlar gibi farklı alanlardaki uzmanların iş birliğiyle, hormonal düzensizliklerin giderilmesi ve kilo yönetiminin sürdürülebilir hale getirilmesi mümkündür. Hormonal değişikliklerin düzenlenmesine yönelik tedavi yöntemleri arasında beslenme düzenlemeleri, egzersiz programları, stres yönetimi teknikleri ve gerektiğinde hormonal tedavi seçenekleri yer alır. Bu yaklaşımlar, obezitenin karmaşık yapısını anlamamıza ve tedavi sürecinde daha kapsamlı çözümler sunmamıza olanak tanır.
Sonuç
Obezitede hormonal değişiklikler, vücudun enerji dengesini ve kilo yönetimini doğrudan etkileyen karmaşık bir süreçtir. İnsülin, leptin, ghrelin, kortizol ve tiroid hormonlarının obezite ile ilişkili değişiklikleri, kilo alımını tetikleyen ve kilo vermeyi zorlaştıran başlıca faktörlerdir. Bu hormonlardaki düzensizliklerin giderilmesi, obezitenin kontrol altına alınması ve bireylerin kilo yönetimini sürdürebilmeleri açısından büyük bir öneme sahiptir. Hormonal dengeyi sağlamaya yönelik tedavi stratejileri, kilo yönetimini destekleyen bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Obezite ve hormonal değişiklikler üzerine yapılan araştırmalar, bu konunun gelecekte daha fazla önem kazanacağını ve obezite tedavisinde yeni yöntemlerin geliştirilmesine katkıda bulunacağını göstermektedir.
Referanslar:
- Obezitede Hormonal Değişiklikler: 5 Süper Hormon
- Alberti, G., & Zimmet, P. (2008). “The metabolic syndrome – a new worldwide definition.” The Lancet, 366(9491).
- Bray, G. A., & Bellanger, T. (2006). “Epidemiology, trends, and morbidities of obesity and the metabolic syndrome.” Endocrine, 29(1).
- Hall, J. E., & Guyton, A. C. (2011). “Textbook of Medical Physiology.” Saunders, 12th Edition.
- Farooqi, I. S., & O’Rahilly, S. (2005). “Monogenic obesity in humans.” Annual Review of Medicine, 56.
- Jensen, M. D., Ryan, D. H., & Apovian, C. M. (2013). “2013 AHA/ACC/TOS guideline for the management of overweight and obesity in adults.” Circulation, 129(25).
- Lustig, R. H. (2006). “Childhood obesity: behavioral aberration or biochemical drive?” Reinterpreting the First Law of Thermodynamics.” Nature Clinical Practice Endocrinology & Metabolism, 2(8).
- Montague, C. T., & O’Rahilly, S. (2000). “The perils of portliness: Causes and consequences of visceral adiposity.” Diabetes, 49(6).
- Trayhurn, P., & Wood, I. S. (2004). “Adipokines: inflammation and the pleiotropic role of white adipose tissue.” British Journal of Nutrition, 92(3).
- Zimmet, P. Z., Alberti, K. G. M. M., & Shaw, J. E. (2001). “Global and societal implications of the diabetes epidemic.” Nature, 414(6865).
- Kershaw, E. E., & Flier, J. S. (2004). “Adipose tissue as an endocrine organ.” Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, 89(6).
- Velloso, L. A., & Schwartz, M. W. (2011). “Altered hypothalamic function in obesity.” Nature Reviews Neuroscience, 12(12).
- Ritchie, S. A., & Connell, J. M. (2007). “The link between abdominal obesity, metabolic syndrome, and cardiovascular disease.” Nutrition, Metabolism and Cardiovascular Diseases, 17(4).
- Saper, C. B., & Lowell, B. B. (2007). “The hypothalamic arcuate nucleus and its role in energy homeostasis.” Frontiers in Neuroendocrinology, 28(1).
- Bluher, M. (2013). “Adipose tissue dysfunction contributes to obesity-related metabolic diseases.” Endocrine, 41(3).
- Bastard, J. P., Maachi, M., & Lagathu, C. (2006). “Recent advances in the relationship between obesity, inflammation, and insulin resistance.” European Cytokine Network, 17(1).
- Flegal, K. M., Carroll, M. D., & Kit, B. K. (2012). “Prevalence of obesity and trends in the distribution of body mass index among US adults.” Journal of the American Medical Association, 307(5).
- Renehan, A. G., Tyson, M., & Egger, M. (2008). “Body-mass index and incidence of cancer: A systematic review and meta-analysis of prospective observational studies.” The Lancet, 371(9612).
- Bjorntorp, P. (2001). “Do stress reactions cause abdominal obesity and comorbidities?” Obesity Reviews, 2(2).
- https://scholar.google.com/
- https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/